Hepimiz iman sözcüğünün birine veya bir şeye inanmak ve yakin anlamına geldiğini biliyoruz. İman, insanda özgüven duygusu yaratan güçlü bir histir. İman insan yaşamına yön verir ve nasıl yaşacağı konusunda önemli rol ifa eder. Bu inanç ve güvene kavuşan kimseye ise mümin denir. Bugünkü sohbetimizde dini açıdan imanı tanımlarken, mümin insanın bazı özelliklerine de temas edeceğiz.
Din açısından iman, güçlü bir yaratana, kurtarıcı bir düşünceye, bu dünyadan sonra ebedi yaşama ve Allah tarafından nazil olan kutsal kitaba kalbi eğilim ve fikri, inançsal ve ruhi bağımlılıktır. İman yine insanların hidayeti için gönderilen ilahi peygamberlere inanmaktır. Tüm bunlar ve yine diğer bazı konular imanın araç gereçleridir, yani bunlara inanmak ve ona göre amel etmek gerekir.
İslam peygamberi (sav) şöyle buyurmuştur: iman, dille itiraf etmek, kalple tanımak ve benimsemek ve tüm vücudumuzla amel etmektir. Kur'an-ı Kerim’de iman hakkında kalbi inanç ve amel olmak üzere iki boyuta vurgu yapmıştır. Kur'an-ı Kerim’de çok kez imanın salih ve iyi amelle bir olunca şayeste olduğunu okumaktayız. Eğer Kur'an-ı Kerim’i bir ağaç gibi düşünecek olursak, amel bu ağacın meyvesidir.
Acaba bir insanın Allah’a, kıyamet gününe, cennet ve cehenneme, vahiy ve peygamberlere ve semavi kitaplara inandığı halde davranışları Allah’a ve kıyamet gününe inanmayan biri gibi olmasını kabul etmek mümkün müdür? Acaba böyle bin insanın dini vecibelerini yerine getirmemesini ve günah işlemesini kabul edebilir miyiz? İman kalpten tüm organlara yayılmalı ve içten dışa vurmalıdır. İçteki inanç, dıştaki ameli etkilemesi gerekir. İnsanın amelinde hiç bir etkisi olmayan iman, asla iman olamaz. Bazı insanlarda iman, tamamen taklit ve görece ve yüzeyseldir.
Ancak bazı insanların imanı, tanımak, düşünmek ve basirete dayanır ve bu yüzden güçlü ve sağlamdır. Yüzeysel ve taklide dayalı iman, mantık ve delillere dayanmadığı için en ufak şüphenin ardından hemen yok olur veya en azından insanın kişisel yaşamını etkileme gücünü kaybedere. Ancak gerçek ve basiretli iman köklü bir ağaç gibi sağlam ve ayaktadır ve böyle bir iman, kuşkusuz amelle bir olur.
Demek ki iman, ancak amelle bir olunca sonuç verir ve eğer insan bir çok günah işlemişse, sırf Allah’a iman ettiği için cennete gidemez. Gerçekte iman etmenin insanı kurtaracağını düşünmek ve ölen mümin öbür dünyada asla sorgulanmayacağı söylemek, yanlıştır. Yüce Allah Zilzal suresinde şöyle buyurur: Kim ki en ufak kötü amel işlemişse öbür dünyada azabını çekecektir. Ancak Kur'an-ı Kerim ayetlerine göre eğer mümin insan hatta en büyük günahları işlese bile, yüce Allah ona tövbe etmesi için mühlet verir ve eğer tövbe edemeyecek olursa, işlediği günah göre berzah aleminde azab görür ve eğer imanını korumaya başarmışsa nihayet kıyamet gününde kurtulur. Buna göre biri bu dünyadan mümin ayrılabilir, yani imanı gerçektir, lakin işlediği günahları yüzünden çeşitli aşamalarda azab görebilir.
Masum imamlardan gelen rivayetlere göre mümin insan bu dünyadan ayrıldığında eğer günahları için tövbe etmediyse veya günahları bağışlanmadıysa, liyakatine göre ve fani dünyada yaptığı iyi ameller yüzünden can verirken, mezarda ilk gecede veya berzah aleminde veya kıyamet gününde ilahi rahmetten yararlanabilir. Şimdi Kur'an-ı Kerim ayetlerinden hareketle gerçek müminlerin bazı işaretlerine değinmek istiyoruz. Yüce Allah Enfal suresinin ikinci ayetinde şöyle buyurmakta: Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Gerçik müminin ilk işareti Allah’tan söz edildiğinde veya Allah’ı andığında kalbinin titremesidir.
Allah’ı güç ve rahmetin en büyük kaynağı olarak bilen ve bunu kalplerinde bir marifet olarak yerleştiren insanlar, marifet derecesine göre Allah’ı anınca ruh halleri değişir. Yani imanın ilk işareti Allah’a yöneldiği vakit insanın içinde bir değişiklik yaşanmasıdır. Mümin insanın kalbinde beliren ikinci işaret, Allah’a tevekkül etmektir. İnsanın imanı gelişince ve Allah’ı her şeye muktedir ve tüm işlerin anahtarı Allah’ın elinde olduğu gerçeğine inanınca, o zaman fakat Allah’a güvenir. Eğer insan Allah’ı bu şekilde tanır ve alemde her şey O’nun izni ile olduğu marifetine varırsa o zaman ancak Allah’a tevekkül eder ve başkalarına karşı boyun eğmez. Mümin insan öyle bir izzet-i nefis kazanır ki O’ndan başka hiç bir şeye itina etmez. Nitekim Enfal suresinin ikinci ayetinin sonunda mümin insanın Allah’a tevekkül ettiğini buyurur. Bu ifade gerçek mümin insanın sadece Allah’a tevekkül ettiğini ispat etmeye yeter.
Gerçek müminin üçüncü işareti İmam Sadık’tan (sa) bir hadise göre şöyledir: Müminler, Allah’tan korkan insanlardır. Buna göre üçüncü işaret Allah’tan korkmaktır. Mümin insan her amelinde Allah’ın onu gözetlediğini düşünür ve günah işlemek ve Allah’tan uzaklaşmaktan korkar. Gerçi insanın Allah’tan korkması genellikle işlediği kötü amelleri yüzündendir, çünkü işin sonunda azab olduğunu bilir.
Ancak gerçek mümin ilahi azametten korkan ve bu yüzden sürekli yüce Allah’tan gönüllerini hidayete erdirdikten sonra saptırmamasını niyaz eder. Bu yüzden hepimiz sürekli gaflet veya uygunsuz amel yüzünden imanımızı kaybetmemeye özen göstermeliyiz. Zaten bu yüzden beş vakit namazlarımızda sürekli yüce Allah’tan bizleri doğru yola hidayete erdirmesini niyaz ederiz. Evet hepimiz Allah’ın bizleri doğru yola hidayete erdirmesine muhtacız ve yüce Rabbimizden bizleri gerçek iman nimetinden mahrum bırakmamasını niyaz ediyoruz.