İnsan kalbinde şekavete sebep olan etkenlerden biri, cahillik ve gaflettir. Cahillik insanın karşısında gerçeklerden yanlış bir görüntü yaratır ve nurun kalbine nüfuz etmesini engeller. Ve gaflet de insanı hakikati aramaktan saptırır, sonuçta insanın kalbi nasihat, mucize ve delillere karşı sertleşir. İslam peygamberinin (sav) 23 yıllık risaletinin beşeriyete en büyük armağanı Kur'an-ı Kerim'dir.
Bu kitap Allah resulü (sav) tarafından yazılmamış, tamamen vahiy yoluyla o hazrete nazil olan kelamdır. Her ne kadar insanlar bu semavi kitabı okuyacak olursa, tazeliğini asla kaybetmez. Kim ki sadakatle ve hakikati idrak etmek amacıyla bu kitaba yönelirse, doğru yolu bulur ve hidayet ve saadet yoluna yönlendirilir. İslam peygamberinin (sav) mucizesi Kur'an-ı Kerim çeşitli yöntemlerle beşeri saadet ve kurtuluşa doğru hidayete erdirir.
Öykü ve masallar, yemin ve istidlal, bu yöntemlerden bazılarıdır. Yüce Allah bu masallarda ve öykülerde gayet güzel ve belagat dolu bir ifade ile insanların kalbine hitap eder ve türlü sözcükler ve ibarelerle insanları hidayete erdirmeye çalışır. Gerçekte insanlar hakkı benimsemek ve hakikatleri idrak etme konusunda aynı değildir. Kimileri latif bir işaretle, ya da kısa bir vecize ile hakikati hemen idrak ederken veya kısa bir ikaz veya sade bir vaaz veya nasihat ruhunda fırtınalar koparırken, kimileri ise en sert hitabeler ve en açık deliller veya en güçlü nasihatlere karşı duyarsızdır ve asla etkilenmez. İsrailoğulları, beşeri tarih boyunca kendilerinden oldukça kırık notlarla dolu bir karneyi geride bırakmıştır.
Bağnazlık, inat, bahaneler aramak, kendini üstün görmek ve peygamberlerine karşı kin gütmek, bu asi ve nankör kavmin özellikleridir. Kur'an-ı Kerim bazı ayetlerde İsrailoğulları ile ilgili bazı öyküleri beyan ederken, bu kavmin çirkin sıfatlarına işaret ediyor. Bu öykülerden biri ise şöyle: Hz. Musa döneminde günlerden bir gün israiloğulları kavminden biri çok gizemli bir şekilde öldürüldü ve cinayet aralarında anlaşmazlığa sebep oldu.
Olay şöyle gelişmişti: Bir genç malını servetine ele geçirmek üzere zengin amcasını öldürmüştü. Bazıları da gencin amcasının kızını sevdiği ve amcası evlenmelerine mani olduğu için bu cinayeti işlediğini söylüyordu. Adamın öldürüldüğü haberi israiloğulları arasında yayıldığında büyük bir telaş başladı ve herkes katili arıyordu, öyle ki nerdeyse kavim içindeki aşiretler karşı karşıya gelişmiş, bu olay topyekûn bir savaşa dönüşmek üzereydi. Bunun üzerine insanlar sorunun çözümü için Hz. Musa’ya gittiler ve o hazretten Allah’tan katili açıklamasını istemesini talep ettiler.
Hz. Musa dua etti ve yüce Allah duasını icabet ederek vahiy yolu ile bir buzağıyı kesmelerini, kanını maktulün üzerine dökmelerini, böylece maktul dirilerek katilinin kim olduğunu söyleyeceğini buyurdu. Ancak inatçı kavim hatta bu açık mucizeye karşı bahane uydurmaya başladı ve buzağının kaç yaşında olmasını sordu. Vahiy geldi ne yaşlı, ne de genç olsun diye buyurdu. Bu kez israiloğulları buzağının ne renk olsun diye sordu. Hz. Musa’ya vahiy geldi sarı renkte olması buyuruldu. İsrailoğulları yine bahane arıyordu ve bu kez nasıl bir buzağı olsun diye sordu.
Vahiy geldi ve bu soruya da cevap verildi. Tüm bu özelliklere sahip olan tek buzağı bir yetimin malıydı. İnsanlar bu kez buzağıyı büyük bedel ödeyerek satın almak zorunda kaldı. Daha sonra buzağı kesildi ve kanı maktulün üzerine döküldü. Maktul ilahi mucize ile dirildi ve katilini tanıttı. Kuşkusuz soru sormak, sorunların çözüm anahtarı ve cahilliği gidermenin yoludur. Ancak her şeyi kendi ölçeğinde bırakmak gerekir. Aşırıya kaçan her şey sapkınlığa ve ziyana sebep olur.
Nitekim bunun örneğini biraz önce anlattığımız öyküde gördük. İsrailoğulları yersiz soruları ve bahaneleri ile kendi işlerini daha da zorlaştırdı. Öte yandan maktulün dirilmesi doğal olarak israiloğullarının imanını güçlendirmesi ve Allah katına yakınlaştırması gerekirdi. Fakat tam tersine, bu kavmin peygamberlerine yönelik bahane aramaları ve onlara saygısızlık etmeleri gün be gün arttı, öyle ki kalpleri taş kesildi ve hiç bir türlü hidayetten etkilenmez oldu. Kur'an-ı Kerim bu özelliklerini Bakara suresinin 74. Ayetinde güzel bir şekilde beyan ediyor:
«ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُکُمْ مِنْ بَعْدِ ذلِکَ فَهِىَ کَالْحِجارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً وَ اِنَّ مِنَ الْحِجارَةِ لَمَا یَتَفَجَّرُ مِنْهُ الاَْنْهَارُ وَ اِنَّ مِنْهَا لَمَا یَشَّقَّقُ فَیَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَ اِنَّ مِنْهَا لَمَا یَهْبِطُ مِنْ خَشْیَةِ اللَّهِ وَ مَا اللَّهُ بِغافِل عَمّا تَعْمَلُونَ
(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir. İsrailoğullarının kaderi ilahi ayetler ve mucizeleri hiç sayan ve Allah’ın emirlerine karşı gelenler için büyük bir ibrettir. Gerekte ilahi mucizeleri görüp de yine inkar etmeye kalkışanların kalbi taş gibi ve hatta taştan da daha sert olur ve bunun en güzel örneği israiloğullarıdır.
İşin ilginç tarafı, Bakara suresinin bu ayeti taşı bile israiloğullarının kalbinden daha yumuşak olduğunu belirtiyor ve bazı taşların içinden ırmaklar aktığını veya çatlayarak içinden su fışkırdığını, fakat israiloğullarının kalpleri bahane araya araya taştan daha sertleştiğini ve içinde hiç bir duygu ve marifet ve sevgi ve Allah korkusu yer almadığını buyuruyor. Yüce Allah Maide suresinin 13. Ayetinde de insanların taş kalpli olmasının sebebini ahitlerine uymamaya bağlıyor ve şöyle buyuruyor: Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün.
Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. İnsan kalbinde şekavete sebep olan etkenlerden biri de hiç kuşkusuz cahillik ve gaflettir. Cahillik insanın karşısında gerçeklerden yanlış bir görüntü yaratır ve nurun kalbine nüfuz etmesini engeller. Ve gaflet de insanı hakikati aramaktan saptırır, sonuçta insanın kalbi nasihat, mucize ve delillere karşı sertleşir.
Yüce Allah Rum suresinin 52. Ayetinde peygamberine şöyle buyurmakta: (Resûlüm!) Elbette sen ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin. Bu ayette cahillik ve gaflet içine düşen ve kalpleri hakikatleri duymaktan mahrum kalacak şekilde sertleşen kafirler, ölülere ve sağırlara benzetilmiştir. İnsanoğlu pak ve narin bir yürekle doğar ve için her türlü yanlıştan ve kötülükten temizdir. Yüce Allah kendi ruhundan ona üflemiştir ve bu yüzden her türlü fazilet ve iyiliği ve latif ve değerli duyguları hak eder. Oysa işlenen her günah insanı bir adım bu tür olumlu özelliklerden uzaklaştırır.
İnsan kalbi sertleşince artık latif ve zarif duygulara kapalı olur ve onlardan asla etkilenmez ve sonuçta başkalarında gelişme ve ilerlemeye sebep olan durumlar onda etkili olmaz. Nitekim Mutaffafin suresinin 14. Ayetinde şöyle okumaktayız: Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir. Kalbe taşlaşan insan yüce Allah tanımaktan aciz kaldığı gibi, ailevi ve sosyal ilişkilerinde de latif ve pak duygulardan boşalmış olur ve sonuçta sert ve duygudan uzak bir yaşam sürdürmek zorunda kalır. İnsan ruhunun narinleşmesi için fıtratı gereği hidayet yolunda adım atması ve Allah’a kulluk ve ibadet etmesi gerekir. İşte ancak o zaman kalbini saran paslar silinir ve için ilahi nurla aydınlanır. Bu durumda şeytanlar da insanın gönlünü boşaltır ve bu kez hak şeytandan boşalan kalpte tecelli eder.
Gerçi kalbin taşlaşması insanların tekamüle erme yolunda büyük bir afet ve engel sayılır, ama yine de kalpte açılan en ufak bir pencere bile yumuşamasına ve ilahi rahmetle aydınlanmasına yeter. Düşünmek, böyle bir pencerelerin açılmasında büyük rol ifa eder, çünkü insan kendisi ile ilişkisini, toplum ve yüce Allah ile ilişkilerini daha dikkatli bir şekilde irdeler ve ilahi ayetlerin üzerinde düşünür ve işte o zaman nerede olduğunu anlar ve istiğfar ve dua ve yalvarışla yüce Allah katına yönelik ve gönül penceresini açar. İlahi ayetleri düşünmek şifa dağıtan bir ilaç gibidir ve insanların aydınlanmasına ve dua ederek tevbe etmesine ve gönlünün aydınlanmasına vesile olur.
Nitekim yüce Rahman Hadid suresinin 16 ve 17. Ayetlerinde şöyle buyurur: İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir. Bilin ki Allah, ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor. Düşünesiniz diye gerçekten, size âyetleri açıkladık.